Geçen instagram'a fotoğraf koyarken bişeyler yazmıştım. öyle aktı ellerime o yazı. Tabi unuttum ben bu siteyi, dedim ki biraz da oraya yazayım devam niteliğinde.
Şöyle yazmışım instagrama...
".....Ama baktıkça “içe dönüş”ü görmeye başladım fotoğrafta. İçe dönüş, içe bakış, içi duyuş... Gözlerim bile kapalı, iç’te.
Ne zor ya o içe bakmak. Ne acılı, kabullenmek ne sancılı. Anlayabilmek ne karmaşık. Küçüldükçe büyüdüğün, aslında kapandıkça açıldığın bi’ durum. İçe baktıkça dışı anladığın, gözleri kapattıkça görmeye başladığın.
İçin ve dışın kontrastlığının seni yorduğunu anladığın, içtekinin dışa yansıması, dıştakinin içi etkilemesi. Hem ayrı hem bütün.
Nereyi ne kadar görüyoruz? Gerçekten görüyor muyuz? Neleri görmek istemiyor, görmemeyi seçiyoruz? Görmek anlamak mı?..."
Eğitmenlik sürecimdeki meditasyon denemelerimde yüzüme vurmuştu bu sorular, bu gerçekler. Canım hocama çok ağlamıştım. Ağlayışlarım biri "yapamıyorum" diğeri "içerisi çok karanlık" öbürü "gözüm kapalıyken onu görmek çok değişik" bir başkası "istemiyorum" konuluydu. Her birinde aynı sakinlik ve sabırla dinledi beni. Canım Meriç Hocam. Canım Meriç! Hala bazı meditasyonlardan sonra başını ağrıtırım kendisinin. o da hala izin verir buna, ne mutlu bana... Neyse Meriç ile ilgili başka bir yazı yazayım bari, konu dağılmasın.
Ne diyorduk? hıh, içe dönüş.
Bu işlere girmeden, eğitmenlik ya da sadece ilgi fark etmez, kendimizi Devekuşu sanıyoruz bence. Ayrıca bu işte de çok başarılıyız. Gözümüzü kapatınca her şey bitiyor sanıyoruz, görmeyeceğimizi sanıyoruz, "gözden ırak gönülden ırak" sanıyoruz; kulaklık takınca duymayacağız sanıyoruz. Sonra sonra fark ediyoruz gözü kapatınca içi görmeye hazırlık yaptığımızı. Hem kulaklık içten gelen o sesi nasıl bastırabilir ki? İçteki ses stereodan da kuvvetli ve ordan gelen sesin temeli aslında.
İnsanın başkalarında görüp hoşlanmadığı şeyleri kendi içinde görmesi biraz rahatsız edici oluyor tabi. Bir psikodrama hocası "insanlar bizim yansımamızdır. karşındakinde bir şeyi beğenmiyorsan aynısı sende olduğu içindir" demişti. Anlamamıştım tabi o zaman. Sonra ilgi, eğitim vb derken evrildi bazı şeyler, takibinde Dört Anlaşma'yı okudum, orda da diyor. Zaten bir noktadan sonra tüm bağlantıları örümcek ağı gibi görmeye başlıyorsun. Ama sonrası çorap söküğü gibi gelmiyor, keşke gelse.
İçinde bakmak istemediğin kutu köşelere bakmak, içerde senin sevmediğin şeyleri görmek, anlamak, kabul etmek, kucaklamak ve onunla ne yapacağına karar vermek çok zor. Yani bence. Zor. Bunları güle oynaya yapan varsa önce tebrik ederim sonra tarifini isterim. Evde olan ölçülerle ama, gr vb anlamam ben yemek kaşığı su bardağı fln.
Belki bu benim zorlandığım yerleri geçince, bütüne yaklaşıp, çorap söküğü kısmına gelicez ne dersiniz?
Peki dış? Cam fanusta yaşamıyoruz sonuçta. Biricik (unique) olduğumuz kadar sosyal varlıklarız. Olmak zorundayız. Bireyin ve toplumun etkileşimini göz ardı etmemiz mümkün değil. Canım psikoloji canım sosyoloji. [yıllar önce seçtiğim alanın (sporda psiko-sosyal alanlar) şu anki yaşamıma bu kadar destek vermesi...gel de evrenin işleyişine güvenme!] Dışın içe, için dışa etkisini de keşfe çıkalım bi' gün...
İç'te gördüğümüz, duyduğumuz ve hissettiklerimizi nazikçe kavramaya çalıştığımızda, onlar her neyse kucaklayıp, şefkat gösterebildiğimizde ve o an için bize en uygun yol ile baktığımızda kendimizden tat alıcaz belki de? Ya da farklı tatlar birleştiğinde orataya çıkan yeni tat ve şekil bambaşka bir anlam kazanacak?
İçteki her şey pastanın tabanı, diğerleri de kreması, sosu, süsü.
Comments